Bursa futbolunun fikir, düşünce, yorum ve arşiv sitesi...
Bursaspor TFF 2. Lig Taraftar Köşesi Kale Arkası Yazarlar Röportajlar Grup Çeynç İletişim  
.




Tankut Sözeri

» Yazara E-posta
» Yazıcı formatı
» Arkadaşına Gönder

Diyarbakırspor Bursaspor

Bursaspor/Diyarbakırspor ve Diyarbakırspor/Bursaspor maçlarından sonra 14 Mart 2010 tarihinde Diyarbakırspor/Büyükşehir Belediye Spor İstanbul arasında oynan maçın 87. Dakikasında tatil edilmesi üzerine yazıyorum bu yazıyı.
Spor, toplumun ve özellikle gençlerin dürüst bir yarışma içinde bir diğerine yetenekleriyle üstünlük kurma mücadelesinden daha çok, birbiriyle kaynaşma, tanışma, kazanmak ve kaybetmekten daha çok üstün ahlak sahibi olabilmenin yarışma alanları olarak kabul edilir çağdaş toplumlarda.
Asıl olan, bireysel yeteneklerin ortaya çıkarılmasıdır. Elbette takım halinde uygulanan yarışmalar da vardır. Buna en güzel örnek OLİMPİYATLARDIR.
Kazanan bireysel sporcu ya da takım olarak kazanımlar, içinden çıktıkları topluma da onur kaynağı olurlar. Ancak bundan daha fazla olamazlar.
Ülkemizde, ne yazık ki Türkiye halkını oluşturan toplum Kürt, Türk, Ermeni, Rum gibi ayrışma ve ÖTEKİ olarak algılanma konusunda gerek tarihsel gerekse de günümüzde yeterince ZEHİRLENMİŞ olup bundan birilerinin çıkarları olabileceği endişemdir. . Önemli olan kimin haklı ya da haksız olduğu değil fakat sözünü ettiğim toplulukların SİYASETEN yeterince bir gerilim içinde olmaları ve toplumun çimentosuna ZARAR verme konusunda sahip oldukları aymazlığa dikkat çekmek istiyorum.
İkinci Meşrutiyet diye bilinen 1908’in ‘’Hürriyet, Adalet, Müsavat’’ yani ‘’Özgürlük, adalet, eşitlik’’ kavramlarını hayata getirmek için önemli adımlar atan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kazanımlarının sorgulanmasına SPOR alanlarının dâhil edilmek istenmesinden söz etmek istiyorum. Bu konuyu ortaya atarken de, kesinlikle SİYASET DIŞINDA kalarak, milliyetçiliği kaşıyanlara dikkat çekmek istiyorum. Çünkü spor milliyetçilik anlayışıyla değil fakat ÜSTÜN AHLAK ve İNSANLARIN KARDEŞLİĞİNİN öne çıkarıldığı alanlardır. TARAFTARLIK, sözünü ettiğim bu kavramların ortaya çıkarılması ile ancak bir anlam kazanır ve insana keyif verir. Bu nedenlerle hangi yönden olursa olsun, herhangi bir siyasi görüş ya da siyasetin etkisinde olmadan yazdığım iş bu yazının siyasi bir manifesto olarak algılanmasından sitenizin bir yazarı olarak büyük üzüntü duyacağımı bilmenizi isterim.
Bu açıklamalardan sonra, 14 asım 2007 tarihinde yenibursa.com sitesinde yayınladığım 3200 defa okunmuş yazımı burada dikkatlerinize sunmak istiyorum.

ROMANTİZM ve MİLLİYETÇİLİK
“Mücerretlik” yazım ile ilgili olarak aldığım bir elektronik postayı sizlerle paylaşmak istedim.

“Tankut Bey,

Yazınıza yorumum şudur: Anladığım kadarı ile siz de halkın arasına karışmayan, sokağa çıkmayan entelektüel tayfasındansınız. Halkın sloganı şudur:"Ordu Kerkük'e!"

Ama doğru ama eğri!
Saygılar,
H.Bahadır”

“Entelektüel” nedir, tartışması açmayacağım. Ancak hangi toplum ya da topluluk olursa olsun, entelektüelleri (aydınları – zihinsel ürün verenleri, tartışanları) aracılığı ile ilerleme gösterdiğini, bunun tarihin en değerli olgusu olduğunu, ne yazık ki, cadı kazanlarında yakılanların da onlar olduğu gerçeğini belirtmeden geçemem. Örneğin Kopernik)

“Gelin tanış olalım (arkadaş)
İşi kolay kılalım
Sevelim, sevilelim
Bu dünya kimseye kalmaz.” Yunus Emre

Yazıya başlamadan önce, aklıma XII. yüzyıl Türkmen kocasının şu dizesi düştü. Ne demek istediğini yalın olarak görsek de, derinliğinde ne var acaba diye düşündüm. Sonra da insanları şu ya da bu nedenlerle bir diğerinden ayrıştıran, kin ve nefrete düşüren şey nedir, diye düşündüm. Bunun bir felsefi temeli olmalıydı. Bu romantizm olabilir miydi?

Kendini düş gücünün egemenliğine kaptırmış, çok şeyler vaat eden ancak hayalî ve coşkulu olan girişimlere özel bir ilgi duyanların davranış ya da yaşam biçimleri diye de tanımlayabiliriz romantizmi. Örneğin gençliğin düş gücüne göndermede bulunurken rahatlıkla “gençlik romantizmi!”, deyiveririz. Ya da sert görünüşlü bir iş adamı, siyasi bir önder için; “romantizmden haberi yok adamın!” diye yargıda bulunanlara sıkça rastlarız. Aslında söylenmek istenen duygunun akıl, hayal gücünün de eleştirel çözümlemeye daha üstün tutulması dileğidir. İş adamı o zaman iş adamı, önder de o zaman önder olacaktır çünkü. İşçi ile zarı zarı ağlanacak, geçmişe dönük şanlı atalar yâd edilerek kahramanlık söylemleri ile oluşturulan ortak atmosferde kabaran her göğsün sahibi önder ile bütünleşecektir.

Gerçekte Doğu toplum üyelerine uygun bir davranış ya da istektir bu anlattığımız. Günümüz Batı toplumunda insan kendini toplumdan ayrı ve karşılıklı uyulması gerekli kurallar dışında bağımsız kabul eden ve duyumsayan “bireycilik kuramı” na uygun olarak yaşar. Buna tam karşı olarak Doğu insanı kendini, içinde yaşadığı toplumun ayrılmaz bir parçası olarak ve toplumla özdeş, görevleri karşılığında kendisine verilenle yetinen birisidir. Genelde verilenin, düş gücüne dayanan geçmişin güzel günleri ile örtüşen bir hayal olduğunu söylemek gerekir.

Yani Doğu toplum üyesi bugüne karşı geçmişi, fantastik imgelere elverişli olan eski dönemlere özgü özlemlerini gerçekleştireceğini umduğu hayalî geleceği ister. Eylemsel hali elbette romantik bir arayıştır. Ama öyle bir arayıştır ki; eleştirel aklın reddi yolu ile düşsel bir âlemden kendini romantizmin kollarına bırakıverir.

Örneğin Almanya’ da XVIII. Yy. sonlarına doğru hız kazanan romantizm akımı; klasik estetiği yadsıyarak ulusal kültür kaynaklarına dönüşü savundu. Hıristiyan Orta Çağ’da sahip oldukları ilk saflığa yeniden ulaşacaklarına inanıyorlardı. Böylece Fransa ve İngiltere, Avusturya, İspanya, İtalya’yı da etkileyen akım; Antik Çağa –eleştirel aklın ilk uyanış çağı– ve paganlara ve Akdeniz kültürüne yani, Homeros veya Euripides v.b.lerin örnek alınması yerine Kuzey Avrupa’nın Hıristiyanlığa özgü motiflerinin çokça ortaya çıkarıldığı yazarları önem kazanıyordu. Özellikle Shakespeare’in oyunları her yerde coşku içinde izleniyordu. Çünkü Shakespeare’ın oyunlarında bunalım, melankoli, ihtiras ve derin tutkular öne çıkıyordu. Romantizmi baştan çıkaran kavramlardı bunlar. Elbette bu haliyle de aydınlanmacılıktan kopuş ile düşünen aklın yerini heyecan ve duygu alıyordu.

Romantizm ilgi çekici bir sentez olarak kendini savunacak bir hayli sanatçı ve düşünür, kompozitör, ressam ve mimar yetiştirmekle kalmamış, zaman zaman dogmatik (değiştirilmesi önerilemeyen buyruk) eğilimlere sahip olsa da, felsefi bir öğreti olarak kabul edilmeseler de, konformizmin (uyarmacılık-uymacılık, rahatçılığın) insana verdiği eylemsizliğe karşı çıkışlarıyla; insan ruhunun karanlığına ışık tutmaya çalışmışlardır.

Romantizm alanında edebiyat, resim, müzik, mimari, heykel ve hatta siyasette hemen hemen her ülkede çok ünlü sanatçı ve yazarlar yetişti. Ortak özellikleri sanatçının özgürlüğü, iç dünyanın olduğu gibi ve özellikle yoğun duygusal içerikli olarak dile getirilmesi ile biçimsel çerçevenin kırılması, karşıtlıkların araştırılması ve öne çıkarılmasıydı.

Türkiye de ise bu akım adını (1839) ünlü fermandan alarak “Tanzimat Edebiyatı” 1859/1895 eliyle o günleri haylice etkilemiş günümüzde edebiyatta değilse bile siyasi alanda yükselen değer olarak daha açık bir şekilde yaşamaya devam etmekte olan bir akım olarak yer almıştır romantizm.

Tanzimat aynı zamanda Avrupalılaşmanın başlangıcı olup, ulusalcılığı da içeren romantizmin etkisi Osmanlı üzerinde derinden ve uzun süreli olmuştur. Fransız İhtilalında önemli etkisi olan ve düşünce düzeyinde hazırlayıcılarından kabul edilen ve Romantizmin babası sayılan Rousso’yu işaret edersem, ne demek istediğim hemen anlaşılır. Ulusalcılığın temeli olan “Toplumsal kontrat” O’nun ürünüydü.

Ortaya çıktığı döneme damgasını vurarak devletlerin ulus model üzerine kuruluşuna neden olan romantizm, dinsel motif içererek, ağırlığını daha çok milliyetçilik alanında göstermiş, I nci ve II nci Dünya paylaşım savaşlarının da temel öğretisi olmuştur. Ürettiği bu çılgınlık ve acılar nedeniyle de çağdaş felsefe akımları içinde artık yer almıyor. Avrupa bunun bedelini ödemekten yoruldu. O nedenle de Birleşik Avrupa’nın (AB’nin) ilk temelleri 1954 yılında atıldı. Katılacağız diye yırtınıyoruz hani.

Bütün bunlara karşın, Batı’nın da işine geldiği sürece ve desteklemeli ile romantizm akımı yeryüzünün geri ve hala cahil bırakılmış insan topluluklarını etki altına almak için bazı yerel liderlerce kitleleri motive etmede kullanıldı.. Günümüzde bu tür liderler uygar toplumlarca çağ dışı ve insanlık suçu işleyenler olarak kabul edilmekte, önemli sorunlara neden olmaları halinde uluslar üstü mahkemelerde Miloseviç gibi, yargılanmaktadırlar.

Ülkemizde bizce günümüz en uç romantiği; Hırant Dink cinayetini işleyen çevredir. Sahip oldukları romantik/milliyetçi zihniyetiyle belli ki, cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler atmosferinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tehdit algılamasını paralize etmeyi amaçlamaktaydılar.

Her romantik gibi, duygusal ve coşkulu halleriyle içinde yaşadığımız coğrafyada yaşananların doğrudan etkisi altında olan halkımızın bir kesimi için çekici görünseler de; eleştirel aklın terazisinde bilim dışı oldukları için derin sorunlara ve acılara neden olmaktalar. Bu durum gene de ülke gündeminde sahne almalarını engellemiyor. Ne var ki, kendi inançları nedeniyle her türlü bedeli ödemeye hazır olmalarının Türkiye’nin bu dogmatik romantiklerin ruhsal fırtınaları nedeniyle bir bedel ödemesini gerektirmiyor.

Günümüzde yaşadığımız “Kürt sorunu” İHRAÇ değil İTHAL ettiğimiz bir sorundur, bir tuzaktır. Anadolu’nun birlik ve beraberliğinin bozulması için kurulmuş bir tuzaktır. Elbette bir ENTELEKTÜEL olarak görevim, halkımın çok iyi sezdiği bu tuzağa düşmemektir.

Hırant Dink olayında tutturamadıkları Cumhuriyetin tehdit algılamasını şimdi KÜRT olayında, yarın bu tutmazsa Alevi/Sünni çatışmasında aramayacaklarını kim söyleyebilir?

Ben HALK’IN içinde ve o halkın bir üyesi olarak yaşayıp, O halkla ortak bir kaderi paylaşarak yaşıyorum. Aklım, romantik bir milliyetçiliği kabul edemiyor. Anadolu halkı da öyle.

Gelin XII. Yüzyıl Türkmen kocası Yunus’a katılın:

“Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim, sevilelim
Bu dünya kimseye kalmaz”

Bu anlattıklarıma katılıyorsanız eğer, Futbol federasyonuna Bursaspor açıkça, ‘’Diyarbakırspor sahalarda yenilmesi halinde ikinci lige düşmelidir!’’ diyebilmelidir…

Bize ve Bursaspor’a yakışan budur. Hükmen galibiyet bize yakışmaz!


16.03.2010 11:11:08, Tankut Sözeri

Bu yazı 4006 kez okunmuştur.

Sitedeki yazılardan yazarların kendisi sorumludur; site yönetimi yazılardan sorumlu tutulamaz.


Yazar arşivi
 
.
 Süper Lig Puan Durumu        
  Takım O G B M P
1 ŞANLIURFASPOR 10 5 5 0 20
2 AMED SPORTİF FAALİYETLER 10 5 4 1 19
3 ÇORUM FK 9 5 1 3 16
4 ANKARASPOR 10 4 4 2 16
5 SOMASPOR 10 4 3 3 15
6 BITEXEN DÜZCESPOR 9 4 3 2 15
7 ANAGOLD 24ERZİNCANSPOR 9 4 3 2 15
8 TARSUS İDMAN YURDU 10 3 6 1 15

Tam  Liste »

.
Sponsorlar


    Bursaspor için internet üzerinde hazırlanmış ilk internet sitesi "Bursaspor. net" Grup ÇEYNÇ Tarafından Hazırlanmaktadır...
Sitenin alt yapısı ve yazılımı Profornet tarafından sağlanmaktadır.

[Bursaspor.Net, Bursaspor Futbol Kulübünün Resmi Sitesi Değildir]
[© 2005-2019 Bursaspor.Net.Tüm hakları saklıdır]