Lig TV`de canlı yayınlanan Bursaspor-Trabzonspor maçında ‘Geçmiş olsun İmparator` pankartını gördü ve telefona sarılıp, benden bu hafta için bir şey rica etti. Kimbilir kaç ay geçti aradan, hatırlamıyorum... Yine bir öğlen saati, cepten Engin Yörükoğlu aramış ve ‘pat` diye söylemişti; ‘Suat durum bu`... 10-15 saniye bir sessizlik olmuştu aramızda. Yutkunmaya ve bir şeyler söylemeye, şaşkınlığımı ifade etmeye çalışıyordum ama nafile. ‘Suat orda mısın` dediğinde, ne cevap verdiğimi de hatırlamıyorum. ‘Şimdilik aramızda kalsın` gibi bir şey söylemişti, telefonu kapatırken. Aramızda kalması gereken bu durum, beynimi uyuşturmuştu o an. *** Gündüz geceye kavuşmamak için o kadar inat ediyordu ki o gün, geçmedi saatler. ‘Aramızda kalacak` diye içime sakladığım bu acı haber, yüreğimde derin bir sızı, ağzımda kekremsi bir tat yaratmıştı. Normalde hemen telefona sarılıp aramam, ‘geçmiş olsun be canım hocam` diye başladığım cümlenin içini, ona moral verecek, yanında olduğumu hissettirecek sevgi sözcükleriyle doldurmam gerekiyordu ama, her seferinde vazgeçtim. ‘Alo` diyebilecek gücü bile bulamadığım için kendimde, cep telefonunu her gün biraz daha uzağa, daha uzağa bırakmaya başlamıştım, sanki istesem de ulaşmam mümkün olmayacakmış gibi. *** Günler böyle iki arada bir derede geçti. Çok istedim ama arayamadım. ‘Şimdi nasıl` diye sormak için Engin ağabeye telefon açtığımda, ‘Sen deli misin oğlum, tanımıyor musun hocayı? Bak ara, gene nasıl espriler yapacak sana` demesinden yarım dakika sonra, hocanın telefonu çalmaya başlamıştı bile. Her zamanki gibi yarım anlaşılır bir Türkçe, ama bu kez yorgun bir ses vardı telefonun diğer ucunda ve ‘Ooooo Suat! Napaysın` diyordu. Neden geciktiğimi anlatmaya çalışırken seçtiğim salak/saçma cümleleri ağzıma tıktı, büyük bir ustalıkla. Sonra ‘Çarkıfelek`in önünde nasıl durduğunu, neler hissettiğini, tedavinin aşamalarını ve bu hastalığı yenmek için nasıl da umutlu olduğunu, Köln`e gideceğini, Mirna`yla birlikte yaptıkları planları anlattı. Yaşamayı sevdiğini biliyordum da, hayata böyle inatla tutunma arzusunda olduğunu anlayınca, içimden; ‘Hadi yaslan geriye Suat` dedim, ‘Yapılışı uzun sürecek olsa da, hayatında görebileceğin en güzel golü izlemeye hazırlan.`
*** Sonra... Bazen haftada bir, bazen 15 gün arayla konuşup, halimizi hatırımızı sorduk birbirimizin. Tedavi için iki ay süreyle hastaneye yattığında, biz de Hollanda kampındaydık. Hoca 200 kilometre ötemizdeydi ve yanına gidip, yüz yüze görüşmek, dertleşmek istediğimizi söylediğimizde, o her zaman dolu havuzundan çekti çıkardı yine, en komik espriyi. `Amsterdam`ın şu meşhur Kırmızı Fener Sokağı`na gittin mi` diye sordu ve ekledi; ` Hani o üzerinde kırmızı florasanları yanan bol pencereli evleri gördüysen eğer, buraya geldiğinizde işte beni öyle, camların arkasından görebilirsin. O da bir işe yaramaz.`
*** Trabzon maçının ertesi gün, yine öğle saatinde telefonum çaldı. Arayan hocaydı. Lig TV`den maçı izlediğini, ‘Geçmiş olsun İmparator` pankartını gördüğünde yaşadığı mutluluğu, sevinç gözyaşları döktüğünü anlattı. Sesi yine titriyordu ama bu kez anladım ki yorgunluktan değil, mutluluktan. Suat dedi; `Her şey yolunda. Tedavi iyi gidiyor. Benim şu anda ihtiyaç duyduğum tek şey moral. Benim en büyük ilacım bu. Ve bu ilacı bana Bursaspor taraftarı veriyor. Giriyorum internet sitelerine, taraftar forumlarına ve öyle güzel şeyler okuyorum, o kadar mutlu oluyorum ki anlatamam. Hele dün akşam o pankartı görünce hissettiklerimi kelimelerle ifade edemem. O kadar çok sevenim varmış ki! Bu sevgi beni ayakta tutan en önemli şey.` Teşekkür etmemi istedi... O`nun adına bu Salı Yazısı`nda, sevenlerine, tüm taraftara, taraftar sitelerine mail yazıp, moral verenlere, sevgisini çeşitli yollarla ifade edenlere ve Bursaspor camiasına teşekkür etmemi rica etti. Çok mutluydu... Sonra... Maçın değerlendirmesini yaptı, genç oyuncularla ilgili yorumlarını paylaştı. Telefonu kapatmadan önceki sözleri de şöyleydi; `Az kaldı. İyileşip Bursa`ya döndüğümde Koray Gürtaş ve seninle oturup, iki ay boyunca hastanede yatarken, Bursaspor`la ilgili düşündüklerimi, planları/projeleri konuşacağız.` Bunu duyduğumda, o aylar önce Engin abiyle konuştuğum günkü gibi, yine bir yumruk geldi, oturdu sanki boğazımın ortasına. Yaşamın kıyısında mücadele eden bir İmparator ve hayata tutunmaya çalışırken bile aklında fikrinde sadece Bursaspor. Nejat Biyediç adına teşekkürler Bursa. MARKAYI CİLALAMAK! Ağır ağır, tane tane konuşuyor. Arı bir Türkçesi var. Kelimeleri özenle seçiyor, anlatmak istediklerini hatasız ve anlaşılabilir bir dille ifade ediyor. Beyefendi bir adam... Geçen yıl Manisa`da oynadıkları olaylı Sakarya maçının ardından tanımıştık onu. Bir kulüp başkanının bu kadar objektif ve sağlıklı değerlendirmeler yapabileceğine onunla kanaat getirmiştik. Ağzını bozmadan, efendi gibi anlatıyordu derdini; iki kelimeyi bir araya getiremeyen, getirdiğinde de ortalığı yakıp yıkan diğer başkan ve yöneticilerin aksine... Bu hafta kameralar yine onun üzerindeydi. ‘Çekiliyoruz` diyordu futboldan, futboldaki kirlenme nedeniyle... Futbol Federasyonu`nun Trabzon-Sivas maçıyla ilgili verdiği ‘tekrar` kararının bardağı taşırdığını söylüyordu. Geçen yıl her açıklamasını hayranlıkla izlemiştim ya... Bu sefer yüzümü buruşturduğumu neden sonra fark ettim. ‘Vestel yoksa, futbol da yok` havası yaratılmaya çalışılıyor gibiydi. Siyah mendil sallanmasından tutun da, maç sonrası basın odasında açıklama yaparken, elinde siyah çelenk tutan bir vatandaşın arka fonda dikilmesine kadar her şey, bu kez yapmacık ve reklam kaygılı gibiydi. Elbette futbolumuz kirli de... Beyaz eşya piyasası, tekstil ve tüm ticari yaşam çok mu temiz sanki? Kaçmak, kaçarken de markayı cilalamak çok mu etik? İçinde olmak ve hatta ülke ekonomisine hayat ve yön veren diğer bütün büyük markalarla birlikte, kirlenmişliğe ‘dur` demek daha yakışıklı ve cesur bir tavır olmaz mıydı? Vestel`den önce de futbol vardı, sonra da olacak. İsterdim ki, Haluk Çubukçu yine tane tane, yine özenle seçtiği kelimelerle ‘hiçbir yere gitmiyoruz, buradayız ve futboldaki kirlenmeyle savaşmak için dimdik ayaktayız` diyebilseydi. Ah keşke!
Suat Paçacı / Olay Gazetesi 04.09.07
 Facebook'ta paylaş
Bu haber 3398 kez okunmuştur.
|