Sinan Kaloğlu ''Almanya'da futbol oynamak daha rahat'' |
Beşiktaş günleri umduğu gibi geçmeyen ve o günleri "Kariyerimi sekteye uğrattı" diye anan Sinan Kaloğlu, Bursaspor'un ardından Bochum'da sıçrama tahtasında olduğunu düşünüyor! İşte Almanya'da başarı arayan golcünün, yaşadıkları, Türkiye ile Almanya kıyaslaması..
Futbol sahnesine Altay’da çıkıp “büyük takım” hayalini erken yaşlarda gerçekleştiren oyunculardan birisi. Ancak Beşiktaş günleri hiç de umduğu gibi geçmedi ve gezgin bir oyuncuyla dönüştü. Bursaspor’da yaşadığı ikinci çıkışla bu sezonun başında Bundesliga takımlarından Bochum’a transfer oldu ve gurbet performansıyla yeniden milli oldu. Yeni takımını sıçrama tahtası olarak görüyor ve hem Almanya’da hem de Avrupa’da konuşulan bir oyuncu olmak istiyor. İki ligi kıyaslarken, Almanya’da oyuncular için hazırlanan ortamın çok daha rahatlatıcı olduğunu belirtiyor.
Bursaspor’da çok başarılı bir grafiğin vardı ancak sen ayrılmayı tercih ettin. Bunun sebebi neydi? Bursaspor’da çok iyi sezonlar geçirdim. Taraftar ve Bursaspor camiası beni çok seviyordu. Hatta bana “Bursalı Sinan” lakabını taktılar. Biliyorsunuz, genellikle taraftarlar çok sevdikleri oyunculara bu tarz isimler takar. Bursaspor’da sakatlıklarla boğuştuğum bir dönem de oldu. Bazen istediğim gibi düzenli forma giyemedim. Son dönemlerimde de Bursaspor’un başına Samet Aybaba gelmişti. Ancak sakatlığım nedeniyle kendisiyle fazla çalışma imkânı bulamadım. Sezon sonunda sözleşmem bitiyordu ve yönetimle açık açık konuşup, takımdan ayrılmak ve Avrupa’da bir takımda forma giymek istediğimi anlattım. Kulüp de bu fikrimi olumlu karşıladı. Sonunda tercihime kavuşabildiğim için çok mutluyum.
Bochum kulübüne transferinin öyküsünü bilmeyenlerle paylaşır mısın? Seni nerede izleyip beğenmişler ve transferine karar vermişler? Bochumlu yetkililer, Galatasaray ve Fenerbahçe’ye karşı oynadığım maçları seyretmiş. Daha önce de DVD’lerden maçlarımı izlemişler. Menajerlerim Avrupa’da benimle ilgili iyi bir çalışma yaptı. Sadece Bochum’dan değil, başka kulüplerden de teklifler getirdiler. Hatta Hollanda ve Fransa gibi ülkelerden bile taliplerim olduğunu söylediler. Sistem, kadro yapısı ve teknik adam karakteri konularını değerlendirdiğim zaman, Bochum’un daha uygun bir kulüp olduğuna karar verdim. Burayı kendim için bir sıçrama noktası olarak görüyorum. Zaten birçok oyuncuyu lanse etmiş bir kulüp.
Bahsi geçen takımlar hangi takımlardı? Almanya’dan Karlsruhe, Nürnberg, Hannover 96, Duisburg, Hollanda’dan Vitesse Arnhem, Willem II Tilburg ve AZ Alkmaar kulüpleriyle görüşüldü.
Yurtdışına transfer olurken herhangi bir endişe var mıydı içinde? Türkiye’den yurtdışına ilk kez çıksam da hiçbir endişem yoktu. Çünkü gerek Milli Takımlar seviyesinde gerekse Beşiktaş’ta birçok Avrupa kupası maçına çıkmıştım. Kafamdaki tek soru oraya adapte olma sürecimin kısa mı yoksa uzun mu süreceğiydi. Şimdilik yüzde yüz alıştım diyemem, taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor. Buraya ilk geldiğimde tanınmıyordum ama şimdi bütün Almanya beni biliyor. Bunu da adaptasyon için bir avantaj olarak görüyorum.
Kendini kanıtladığını düşünüyor musun? Bugüne kadar Avrupa’nın önde gelen liglerine Türkiye’den sınırlı sayıda oyuncu gönderebildik. Kimileri başarısız oldu döndü, kimileri hâlâ orada kariyerlerini sürdürüyor. Transfer olarak giden oyuncuların da bunu kolaylıkla başardığını sanmayın. Bursaspor, Avrupa kupalarında mücadele etmiyordu. Uluslararası anlamda ön planda değildim ama buna rağmen transferi başardım. Üstelik A Milli bile değildim. Şimdi taraftarlar beni çok seviyor. Her şey çok iyi gidiyor. Umarım böyle devam eder.
Taraftarlarla iletişimin nasıl? Onları Türk taraftarlarıyla mukayese edersen neler söylersin? Bursaspor taraftarlarının ne kadar ateşli olduğunu biliyorsunuz. Aynı ateşliliğe sahip taraftar grupları Almanya’da yok. Ama oradaki futbolseverlerin oyunculara karşı daha anlayışlı olduklarını söyleyebilirim. Taraftarlar sonuç yenilgi de olsa galibiyet de olsa takımlarını her zaman alkışlıyor. Bu güzel bir durum, çünkü futbolcunun üzerindeki stresi otomatik olarak alıyor. Halbuki Türkiye’de üst üste iki maç kaybettiğiniz zaman baskı müthiş yükseliyor. Almanya’da bunu yaşamıyorsunuz. Türkiye’de de yavaş yavaş bunları görmeye başladık ama düşünce yapısının değişmesi için zaman gerekiyor.
Bu sezon Avrupa’ya transfer olan oyuncularımıza baktığımızda senin, Çağdaş’ın ve Necati’nin Altay kökenli olduğunu görüyoruz. Altay’ın bu konuda özel bir yetiştirme tarzı mı var? Altay’a çok genç yaşta geçtiğim için herkes benim Altay altyapısı çıkışlı olduğumu zannediyor ama Boluspor altyapısından yetiştiğimi ve Aliağa Belediyespor’daki başarılı kiralık dönemim nedeniyle çıkış yaptığımı çok az kişi bilir. Ancak Altay’ın farkını anlatacak kadar kulübü tanıyorum. Altay, kulüp yapısıyla Türkiye’deki ender camialardan bir tanesi. Altyapısına verdiği önem ve değer çok farklı. Altyapıdaki gençlerin hem kişiliklerini hem de futbolculuklarını geliştirmeye uğraşıyor. Okuldaki dersler ve davranışlar mutlaka takip ediliyor. Hocalar işlerini çok disiplinli yapıyor. O yüzden de yetenekli ve saygılı oyuncular çıkıyor. Gönül isterdi ki Altay, gelirleri çok iyi durumda olan ve Turkcell Süper Lig’de mücadele eden bir kulüp olsun. Şimdi görev başında olan Melih Tandoğan çok iyi bir başkan. İnşallah takımı Süper Lig’e çıkartmayı başarır. Bir İzmir takımının Süper Lig’de olması gerektiğini düşünüyorum.
Bundesliga’daki futbolla Turkcell Süper Lig arasında bir mukayese yaparsan, neler söyleyebilirsin? Arada kesinlikle büyük fark var. Orada futbol fazlasıyla güce dayalı ve çok hızlı oynanıyor. Maçlar çok tempolu geçiyor. Atağa kalkarken kaptırdığınız bir topun gol olma ihtimali yüzde yüze yakın. Hatalar affedilmiyor. Takımların çoğu kaliteli oyunculardan oluşuyor. Hangi takımın diğerine karşı ne yapacağını kestirmek güç. “Şampiyon kim olacak?” diye sorsanız bilemeyiz. Stadyumların atmosferi de çok değişik. Bütün maçlar “Arena” diye tabir edilen stadyumlarda oynanıyor. Sahaya yakın tribünler var. En küçük statta 50-60 bin seyirci oluyor. Bu atmosfer de oyuncular için itici bir güç. Taraftarlar da temponun yükselmesine katkıda bulunuyor. Sonuçta zevkli ve çekişmeli maçlar ortaya çıkıyor. 4-3, 5-4, 4-4 gibi maç skorları görülebiliyor. Bu arada, sakın söylediklerimden Bundesliga’da kolay gol atılıyor anlamı çıkmasın. Aslında hiç de görüldüğü gibi değil. Her takım golü düşünüyor diyebilirim. “Aman bu maçta gol yemeyeyim” anlayışıyla sahaya çıkan bir takım yok.
Bu sezon Hoffenheim takımının yaptığı çıkış herkesin dikkatini çekti. Onlarla ilgili neler söyleyebilirsin? Onlara karşı 90 dakika oynadım. Şu ana kadar Bundesliga’da karşımıza çıkan en iyi takım olduklarını söyleyebilirim. Hem çok hızlılar hem fizik olarak güçlüler hem de çok teknik oyunculardan oluşan bir kadroları var. Kulübün başkanı Almanya’nın en zengin adamlarından bir tanesi ve doğduğu kasabanın ismini tüm dünyaya duyurmak amacında. Tutkusu sadece futbolla da sınırlı değil. Kulübün basketbol ve voleybol takımlarının şampiyon olması için çok uğraştı. Futbol takımı için yaptığı transferler de bir hayli ilginç. Yıldız oyuncu transfer etmek yerine, kendi takımlarında oynayamayan oyuncuları kadrolarına dâhil ettiler. Bütün Almanya şu anda onları konuşuyor. Teknik direktörleri de Schalke 04’ün eski hocası Ralf Rangnick. İkinci Lig’e gittiğinde herkes çok şaşırmıştı ama şimdi nasıl bir projenin parçası olduğu anlaşıldı.
Turkcell Süper Lig’de oynanan futbolu nasıl buluyorsun? Maçların daha kıran kırana geçtiğini, büyük takımların kolaylıkla puan kaybettiğini duyuyorum. Ligin kalitesi açısından bunun iyi bir gösterge olduğunu düşünüyorum.
Bayern Münih maçında, sezonun şu ana kadar olan kısmındaki en dikkat çekici maçını oynadın. Bir gol attın, iki de gol attırdın. Bu karşılaşmadan sonra senin için neler yazılıp çizildi Alman basınında? Bu sezon ilk defa Bayer Leverkusen’le yaptığımız maçta ilk on birde forma giydim. O maçta hem çok iyi oynadım hem de bir gol attım. O haftadaki oyunumla moralim ve özgüvenim arttı. Ertesi hafta da Bayern Münih maçını oynadık. Aslında ben Bochum’la sezon başı kampına katılamadığım için bazı eksiklerim vardı. Bu yüzden de sezon başında banko oynayamadım. Hocamız, eksiklerimi gidermem için beni özel olarak çalıştırdı. Sonuçta takımın seviyesine ulaştım. Bayern Münih maçı sonrasında herkes beni tanıdı. Birçok gazete beni haftanın futbolcusu seçti. Çoğu gazetede haftanın on birlerinde yer aldım. Benimle ilgili yapılan yorumlar çok pozitifti. “Almanya’ya iyi ve yeni bir forvet geldi” dendi. Övgüler sadece bana değil, hocama da geldi. Böylesine tanınmamış bir oyuncudaki ışığı görüp, onu transfer etmesi ve bu oyuncunun başarılı olması nedeniyle hocamıza da övgüler dizildi. Yapılan yorumlardan en ilginç olanı ise şöyleydi. Bayern Münih’e golümü attıktan sonra asistlerimi maçın son 5 dakikasında yaptım. Bir gazete de bu olayla A Milli Takım’ın Avrupa Şampiyonası’ndaki son dakika gollerini bağdaştırmış, “Bayern Münih, karşısında bir Türk olduğunu unutmanın sonucuna katlandı” gibi bir yazı yazmıştı. Çok hoşuma gitmişti bu yazı.
Türkiye’de yabancı oyuncuları el üstünde taşıyoruz. Almanya’da durum nasıl? Seni de havaalanında karşılayıp omuzlara aldılar mı? Yok, böyle bir şey yapılmadı. Almanya’da bu tür bir adet yok zaten. İlk idmanda bütün taraftarlar Türkçe olarak “Hoş geldin” dedi. Çok sıcak bir karşılamaydı, beni çok mutlu etti.
Bochum kulübünün senin için tasarladığı kartpostalda, alnında çim, yanaklarındaki kara boyalarla tam bir savaşçı portresi çiziyorsun. Galiba kulüp tarafından savaşçı bir oyuncu olarak algılanıyorsun. Sen ne dersin? Oynadığım maçlarda 90 dakika boyunca mücadele ediyorum. Gücümün son damlasına kadar takımımın galibiyeti için çalışıyorum. Taraftarlar bunu görüyor. Bu yüzden, bu özelliğimi yansıtacak bir kartpostal olsun istediler ve o şekilde tasarladılar.
“Avrupa’da Türk oyunculara karşı bir önyargı var” açıklamasında bulunmuştun. Bunu biraz detaylandırır mısın? En büyük dezavantaj transferdeki engeller. Diğer bir konu da yanlış algılamalar. Bochum’a ilk geldiğim zaman, takım arkadaşlarım bana “Türkiye’de fazla idman yok, doğru düzgün çalışmıyorsunuz değil mi?” diye bir soru sordu. Onlara gerçeği anlatsam da bu yanlış algılamaya üzüldüm. Türk futbolunun seviyesini düşük görüyorlar. Ben de onlara Kezman ve Anelka örneklerini veriyorum. Kezman geldi, “30 gol atacağım” dedi ama 5 gol atarak takımdan ayrıldı. Anelka’nın Fenerbahçe’deki durumundan ve İngiltere’ye gidince yaptığı atılımdan söz ediyorum. Böylelikle, Türkiye’nin kolay oynanacak bir lig olmadığını yavaş yavaş anlıyorlar.
Takımdaki en iyi arkadaşların kimler? Mesela Thomas Zdebel, Gençlerbirliği’nden tanıdık bir isim. Zdebel bana ilk zamanlarda çok yardımcı oldu. Biraz Türkçe de biliyor. Onun yanında Japon Shinji Ono ile de aram çok iyi. Ben ona Türkçe öğretiyorum, o da bana Japonca. Her ne kadar Japon aksanlı Türkçe konuşup “Nasulsun” dese de bence çok sempatik birisi.
Avusturya maçı öncesi A Milli Takım’a davet edilmeyi bekliyor muydun? Oğuz Çetin benim eskiden çalıştığım hocalardan. Kendisiyle Bursaspor’da oynuyorken yaptığım bir görüşmemizde, “Ne eksiğim var?” diye sormuştum. O da haklı olarak “İstikrar problemin var” demişti. Hakikaten Bursaspor’da beklenilen istikrarı yakalayamadım. Arka arkaya 4-5 maç çok iyi oynadım ama bir sakatlandım, 2-3 ay futboldan uzak kaldım. Bu bir futbolcu için gerçekten çok kötü bir durum. Artık Almanya’da bu istikrarı yakaladığımı düşünüyorum. Arka arkaya iyi maçlar çıkardım ve bunu dünyanın önde gelen liglerinden bir tanesinde yaptım. Açıkçası, Milli Takım’a çağrılmayı bekliyordum. Bu çok arzu ettiğim bir şeydi ve Fatih Hocanın davetinden çok büyük memnuniyet duydum.
2006’da Azerbaycan’la yapılan hazırlık maçında ilk kez milli olmuştun. Zaten milli forma sana yabancı değil. 2002-2003 döneminde İtalya, Portekiz ve İngiltere’yi mağlup eden başarılı Ümit Milli Takımımızın değerli bir elemanıydın. Herkes seni geleceğin A Milli Takım santrforu olarak görüyordu ama beklenen olmadı. Bu geçiş yaşanmadı. Sebeplerini nasıl açıklarsın? Bu geçişin yaşanmamasındaki en büyük etken Altay’dan Beşiktaş’a transfer olmam. Yeterince forma şansı bulamayınca ve Anadolu takımlarına kiralık gidince A Milli olma hayalimi ilerleyen yıllara ertelemek zorunda kaldım. Ümit Milli olduğum dönemde Altay’da çok iyi bir performans sergiliyordum. Beşiktaş, o dönemde bana diğer kulüplerden önce transfer teklifinde bulundu. O dönem de Beşiktaş’ın Serdar Bilgili başkanlığında 100. yıl şampiyonluğunu yakaladığı, mali ve kadro zenginliği açısından zirvede olduğu bir dönemdi. 21 yaşındaydım ve fazla forma şansı bulamadım. Kadro çok iyi, benim yaşım ise gençti. Üstelik sistem de bana göre değildi. Ben yüzüm kaleye dönük, çift forvet oynamaya alışmıştım ama o dönemde tek forvet oynanıyordu. O tek forvette görev almak çok zordu. İlhan Mansız’ın Dünya Kupası’ndan yeni döndüğü zamanlar. Ahmet Dursun en iyi döneminde. Takımda Daniel Pancu, Adrian Ilie, Tümer Metin ve Ahmed Hassan var. Zaman zaman tek forvet olarak görev alan Sergen Yalçın’ı da bunların arasına ekleyelim. Bu oyuncuların arasında şans bulamadım. Beşiktaş’ta iki maç üst üste 90 dakika oynadığım hiç olmadı. Daha sonra Diyarbakırspor ve Manisaspor’a kiralık gönderildim. Ümit Milli Takım’dan arkadaşlarım ise Fenerbahçe ve Galatasaray’a gitti. Büyük takımlarda kendilerini geliştirme imkânı buldular. Ben de Diyarbakırspor’da iyi performans sergiledim ama bu yeterli olmadı. Hem Rıza Çalımbay hem de Vicente del Bosque dönemlerinde takımla kamplara gidiyordum. Sonra Anadolu takımlarının başkanları beni arayıp “Seni bize verdiler” diye konuşmaya başladı. Bu da benim kafamı karıştırdı. Yönetim beni takımda mı görmek istiyordu yoksa göndermek mi? Bir türlü emin olamıyordum. Bursaspor’a gitmeden önce çok ilginç olaylar yaşadım. Tigana bana özel idman programı verdi ve daha sonra bir yardım kampanyasına katılmak üzere Afrika’ya gitti. Hocamızın yokluğunda, ondan habersiz Bursaspor’a verildim. Bana tercihlerim hiç sorulmadı. Durumu özetlersek, futbolcu duygusal düşünmemeli. Bir yere transfer olurken, oynayabileceği, sıçrama yapabileceği takımı tercih etmeli. O dönem Galatasaray’a da gitme imkânım vardı. Fatih Hoca takımın başındaydı ve gençlere verdiği önem aşikârdı. Eğer bu transferi yapsaydım belki de şimdi çok farklı bir konumda olabilirdim.
Almanya’ya transferinde geç kalmış olduğunu düşünüyor musun? Şimdi oradaki ortamı görünce keşke daha önce gelseydim diyorum.
Bundan sonra senin için hedef ne olacak? Bir gün yeniden Beşiktaş formasını giymek gibi bir hedefin var mı? Milli Takım’da kalıcı olabilmek ve Bochum’da iyi bir performans sergileyip hem Almanya’da hem de Avrupa’da konuşulan bir isim olmak. Beşiktaş konusuna gelince, bizler profesyonel futbolcularız; kader bizi yine oraya götürürse neden olmasın? Zaten kulüple bir sorunum yok, taraftar beni seviyor. Sadece yeterine forma şansım bulamamış ve yönetimler tarafından kiralık gönderilmiştim. Hepsi bundan ibaret.
Almanca öğrenmek için en büyük yardımcın eşin olacak. Derslere başladınız mı? Hem eşimle hem de öğretmenle başladık. Takımdaki arkadaşlarla da pratik yapma imkânım oluyor. Almancayı bir yıl içinde öğreneceğimi tahmin ediyorum. Ancak çok zor bir dil olduğunu da söylemek lâzım.
Bu arada eşinin bebek beklediğini öğrendik. Kız mı olacak erkek mi? 2.5 ay sonra bir kız babası olacağım inşallah.
Türker Tozar / Tam Saha Dergisi Röportaj: Ajansspor.com internet sitesinden alınmıştır.
Facebook'ta paylaş
Bu haber 2531 kez okunmuştur.
|
|
|
|
Yazarlar |
|
|
, |
|
. |
|