Dün geceki Galatasaray maçından sonra her şeyimizle karmakarışık olduk. Böylesine güzel, böylesine sağlam, böylesine güçlü, böylesine üstün olduğunuz bir maçı yenik tamamlıyorsunuz. Kâbus gibi bir şey bu. Bu nasıl bir adalet? Yalnızca karşı karşıya kaldığınız pozisyonları saysanız, yedi olması gereken bir maçtı. Olmadı. Üstüne üstlük de üç gol yiyip yenildik. Biri bana bunun gerçek olmadığını söylesin.
Sahanın her yerinde oyuna asılan, her topa üç kişiyle giren, rakibi sahadan adeta silen bir Bursaspor, bu maçı fark atarak kazanabilmeliydi. Bu maçtaki tek eksiğimiz, gol vuruşlarındaki beceriksizliğimizdi. Futbol adına, mücadele adına ne gerekliyse sahada sergileyen Bursaspor bu maçı kazanabilmeyi becerebilmeliydi.
İlk yarıyı yalnızca (1–0) önde kapatınca, her Bursasporlunun aklına gelen şey devre arasında benim de aklıma geldi. Acaba türlü sakarlıklar yapıp bu maçı (2–1) veya (3–1) kaybedecek miydik? Geçen haftalarda yaşadığımız Beşiktaş ve Antalya deneyimleri yüzünden karamsardık. Ve korktuğumuz yine başımıza geldi. Hiç kimseyi suçlamak ya da eleştirmek niyetinde de değilim. Yıllardır özlediğimiz, izlemeyi istediğimiz Bursaspor’u sahalarda izlemek hepimizi mutlu etmeye yetiyor. Hep ne derdik: Varsın yenilelim. Ama maçın her anında mücadele edelim.
O anki skor ne olursa olsun maçtan kopmayan, maçı kovalayan bir Bursaspor vardı sahada. Yediğimiz üçüncü golü de zaten bütün riskleri göze aldığımız için yedik. Bursaspor, -bırakın taraftar olmayı- futbolu seven herkese keyif veriyor. Stadyumlara futbol izlemeye gelen futbolseverler, statlardan verdikleri paranın karşılığını almış olmanın mutluluğu ile ayrılıyorlar. Dünya futbol endüstrisinin kurtuluşu, Bursaspor gibi futbol takımlarının sayısının artması ile mümkündür. Türlü manevralarla futbol oynatmamaya çalışan, ufacık bir avantajı korumak için her türlü olumsuzluğu geçerli sayan futbol anlayışı ortadan kaldırılmak zorundadır. Bu da Bursaspor gibi futbol oynayan takımların sonuç da almaları ile mümkün olacaktır.
Yine federasyon, yine hakemler ve bir de yorumcular…
Bu hafta sonu izlediğimiz maçlar, ibret alınması gereken hakem faciaları ile doluydu. Haftalardır sergilenen oyunlar, federasyonun istediği lig sıralamasını da beraberinde getirdi. Artık ligin ilk üç takımı, üç ayrıcalıklı İstanbul takımı… Herkesin içi rahat… Yaşasın Türk futbolunun lokomotifleri… (İte kaka yine lokomotif oldular.)
Ama ne pahasına? Şimdi bakın: Fenerbahçe-Ankaragücü maçının son dakikası oynanıyor. Savunma oyuncusu ceza sahası içinde yerden yaklaşık 170 cm. yüksekliğe sıçrayıp rakibin kafasına fiziksel müdahalede bulunuyor. Yapılan hareket, karada da havada da faul. Faul ceza sahası içindeyse verilecek karar tek: Penaltı. Gösterilecek kartın rengi de tartışılır. O da ne? Hakem çift vuruş veriyor. Neyin çift vuruşu bu? Yazık çok yazık…
Ertesi gün, Beşiktaş- Kayseri maçı. Yine son dakikalar. Beşiktaşlı savunma oyuncusu havaya yükselen Kayserili oyuncuyu arkadan itiyor. Tartışılmayacak bir penaltı. O da ne? Hakem oyunu devam ettiriyor. Yazık çok yazık…
Dün gece Bursaspor - Galatasaray maçı. Maç berabere sürerken, Sinan Galatasaray ceza sahası içinde rakibini geçiyor. Tam kaleye yönelirken savunma oyuncusu takıyor çelmeyi… Karar ne? Devam… Pozisyona inanmıyorsan çıkar sarı kartını Sinan Kaloğlu’nun alnına çak gitsin. Penaltı yok. Sarı kart yok… Yazık çok yazık.
Sonra da ülkenin milli kanalında bir yorumcu çıkıyor ve diyor ki: "Bursaspor penaltı pozisyonunu eleştireceğine kendine baksın. Penaltı verilirse atılacağı belli mi? Atılsa bile Bursaspor’un penaltıdan sonra dört gol yemeyeceğini kim garanti edebilir?" Bunları söylerken de hiç utanmıyor.
Şimdi ben de ona diyorum ki: "Ey izandan yoksun arkadaşım! Bırak, Bursaspor gol kaçırırsa kaçırsın. Bu Bursaspor’un tamamen kendi sorunudur. Hatta penaltıyı da atamasın. Ve hatta penaltıyı attıktan sonra dört tane de gol yesin. Ama bırak, bunlar olabilsin. Olaylar kendi doğal gelişiminde yaşansın. Adamın biri ortaya çıkıp bunların olmasını önlemesin." Ve ben bunları göğsümü gere gere söylerken hiç ama hiç utanmıyorum.
Bir yerde bir utanmaz var. Ama kim? Onu da o yorumcu söylesin.
Türk Futbolunun en önemli açmazı budur. Ve Ülkenin ulusal kanalındaki kafalar bile böyle çalıştıkça bu açmaz “sürekli açmaz” olarak kalmaya devam edecektir.
Bu da, bu kafaların egemen olduğu Türk Futboluna “müstehak”dır.
Tonguç AKKUŞ
Ankara, 11 Aralık 2006