Geçen hafta boyunca zeytin toplama işlerinde aileme yardımcı olabilmek amacıyla Bursa’da idim. Haftayı programlarken pazar gününü boşa çıkartmak için elimden geleni yaptım. Pazar gününü Bursaspor’a ayırabilmek için hafta içi insanüstü denilebilecek bir çabayla çalıştım. Heyecan içinde maça doğru yola çıktım. Maçın başlamasına yarım saat kala Grup Çeynç’teki arkadaşlarımızla birlikte tribünlerdeki yerimizi almıştık.
Maç başlar başlamaz içimizdeki heyecan yerini kaygıya bıraktı. Maçın başlaması ile birlikte Ankaraspor gerçeği bir tokat gibi yüzümüzde patladı. Ankaraspor öylesine bir baskı kurup Bursaspor kalesini ablukaya aldı ki görmeyen inanmaz. Maçın onbire onbir oynandığına inanabilmekte gerçekten çok zorlandım. Ankaraspor topun olduğu her yerde en az yedi kişi ile çoğaldı. Bu kalabalık kendi kalelerinin önünde daha da arttı. Maç öyle oynanıyordu ki Ankaraspor sanki sahada on altı kişi ile mücadele ediyordu. Her yerde topa bastılar. Her yerde yardımlaştılar. Sahayı Bursasporlu oyunculara dar ettiler. Ayağına topu alan her Bursasporlu “şimdi ne yapacağım ?” diye düşünürken, ya hatalı pas yaptı ya da preste boğuldu. Tam şok gol tehlikelerini atlatmıştık ki Serdar Aziz’in büyük hatası ile gelen gol karamsarlığımızı daha da arttırdı. Devre arasında sahanın bozulan çimlerini düzeltmeye giren görevliler ilk yarıyı seyredememiş(?) olanlara gerekli ip uçlarını da veriyorlardı: Bursaspor’un sahasındaki bozulmuş çimler düzeltilirken, Ankaraspor sahasına şöyle bir bakıp geçtiler. Evet, koca bir ilk yarı Bursaspor’un sahasında oynanmıştı. Bundan daha güzel veri mi olur?
İkinci yarı herhalde daha derli toplu oynarız diye düşünmek istedik. O umutla ikinci yarıyı bekledik. Sahada ilk yarıya oranla daha iyi bir Bursaspor izledik izlemesine ama üretken ve verimli bir Bursaspor da göremedik. Ankaraspor defansının arasına gömüldükçe gömüldük. Biz içeri gömüldükçe Ankaraspor defansı topları daha rahat topladı. Hatta o kadar gömüldük ki seken toplar için ceza sahası yayı civarına bir oyuncu (Ah Bekir Ozan Ah! Tam da senin maçın olabilecek bir maçtı.) koyamadığımız için yitirdiğimiz her top (çok top yitirdik) kalemize bir tehlike olarak gelmeye başladı. İlerleyen dakikalarla gelen yorgunluklardan geri dönüşlerde büyük güçlük yaşamaya başladık. Zaten maç boyunca Zuniga, Sercan Yıldırım, Romaschenko ve Yusuf Şimşek geriye hiç gelmediler. (Maçı niye onbire onbir gibi oynayamadığımız şimdi anlaşılmıştır. Zaten en iyi durumda sahada kaleci dahil yedi kişi idik.) Buna ikinci yarıda yorulan Mustafa Keçeli ve Mustafa Sarp da eklenince (Nedir bu Mustafalardan çektiğimiz?) maç Bursaspor’u sevenler için adeta bir işkenceye dönüştü.
Bu arada Ömer Erdoğan’ın, Veli Acar’ın (İmdaaaaat!), Zuniga’nın oyunlarına bir anlam veremedim. Biraz İbrahim Öztürk, biraz da Yavuz Eraydın... Gerisi sahada gezinip durdular zaten.
İnanır mısınız? Doksan dakikanın hiçbir anında Bursaspor bu maçı alır diye düşünemedik. Hep kaygılı hep huzursuz idik. Çünkü Bursaspor'da bir ışık yoktu.
Bir maç nasıl kazanılır? Önce direnç göstereceksiniz. Direnç gösterebilmek için yeterli fizik güce sahip olacaksınız. Bunları yaparsanız (ya da yapabilirseniz) gol yemezsiniz. Ama bu yalnızca maçı berabere bitirebilmenizi sağlar. Maçı kazanabilmenize yetmez. Maçı kazanabilmeniz için gol atmanız gerek. Bunun için de çok iyi hücum etmeniz gerekir. Bütün bunları yapabilmeniz için ise takım içinde yardımlaşmanızın üst düzeyde olması gerekir. Yani rakibin arkasına saklanmayacaksınız. Rakibin defansına gömülü oynamayacaksınız. Topla ya da topsuz sürekli boş alanlar yaratıp topla oynayan arkadaşınıza güzel seçenekler yaratıp yardımına koşacaksınız.
Bursaspor dün bunlardan herhangi birini yaptı mı? Hayır. Öyleyse (0-1) az bile...
Tonguç AKKUŞ
Ankara , 3 Kasım 2008