İlk kez küme düşmeme mücadelesinin içindeydik. Sanırım 1978 yılıydı. Bütün sezon boyunca küme düşmeme hattında yuvarlanıp durmuştuk. Bursaspor kuruluşundan bu yana ilk kez küme düşmeme mücadelesi veriyordu. Son maça da öyle gelmiştik. Son maçı kazanırsak ligde kalıyorduk. Beraberlik halinde bile küme düşecektik. Yenmekten başka seçeneğimiz yoktu. Ligin otuzuncu ve son maçında ve Mayıs ayında rakibimiz Adana Demirspor’du. Tribünler yine hınca hınç dolmuş, takımımız da Sedat Özden’in ceza sahası dışından attığı şutla maçı kazanmış ve lige tutunmuştu. Öylesine yıpratıcı bir sezon olmuştu ki hepimiz bunun son kez yaşanmış olmasını dilemiştik. Ama öyle olmadı. Bu yalnızca bir başlangıçmış. Daha sonraları bu küme düşme sıkıntısını bolca yaşadık. Bursaspor ilk defa bir “son “ maç oynamış ve kazanmıştı.
1980 yılıydı. Çok ama çok başarılı bir sezon geçirmiştik. 26. haftayı maç fazlasıyla lider olarak geçmiştik. Sonraki hafta Diyarbakır’da oynanan ve kaybettiğimiz maçla şampiyonluk şansımızı yitirmiştik. Son hafta yine bir Mayıs günü Bursa’da Fenerbahçe ile oynuyorduk. Yenersek Ligi ikinci olarak bitirecektik. Son maçta Fenerbahçe ile (1-1) berabere kalıyor ve Ligi dördüncü olarak tamamlıyorduk. Bu kez bir “son” maçı kaybetmiyor ama kazanamadığımız için kaybetmiş kadar oluyorduk.
1986 yılı idi. Takımımız ilk kez Türkiye kupasını kaldırmıştı. Ligin son maçında küme düşmesi daha önceden kesinleşen Sakaryaspor ile Adapazarı’nda oynayacaktık. O zamanlardaki statü gereği, kupayı aldığımız için ligden düşmemiz söz konusu değildi. Kupa şampiyonları Birinci Lige otomatikman katılıyorlardı (12 Eylül Yönetiminin Ankaragücü için çıkardığı yasa gereği olarak). Böyle bir ortamda çıktığımız Sakaryaspor maçında (2-1) öne geçmemize karşın (3-2) yenilerek mayıs ayında küme düşen üçüncü takım oluyorduk. Ama statü gereği düşmediğimiz için Rizespor’u kurtarmış oluyorduk. Dün gibi hatırlarım: Ne kupa sevinci kalmıştı içimizde ne de gururumuz. Hala andıkça ateş basar. Bursaspor bir “son” maç daha oynamış ve bu kez kaybetmişti.
Bu kez 1987 yılında Ankara’da Ankaragücü karşısında sondan bir önceki maçı oynuyorduk. Kazanamaz isek küme düşmemiz kesinleşiyordu. Tatsız, tuzsuz bir oyun oynanıyordu. Tam bir beraberlik maçı idi. İkinci yarının ortalarına doğru Ankaragücü’nde Ahmet adında bir oyuncu oyuna girdi. Sağdan daldı, soldan daldı; allem etti, kallem etti, golü attı. Maçı (1-0) kaybettik. 19 Mayıs Stadında kale arkası tribünlerinin tümünün ağladığını orada gördüm. Yaşar bir yere çökmüş ağlıyor. Taraftarlar küçük gruplar oluşturmuş gözyaşlarını siliyor. Bütün tribün ağladı o gün. Hatırladıkça içim ezilir, tüylerim diken diken olur. Bursaspor bir son maçı daha kaybetmişti. (Mahkeme kararı ile Birinci Lige dönmüştük)
1992 yılıydı. Askerden terhis olup Bursa’ya gelmiştim. Kupa finalinin ilk maçında Trabzon ile mükemmel bir maç oynamış, (3-0) kazanmıştık. Onbeş gün sonra Mayıs ayının ilk günlerinde Trabzon’da oynanan maçı (5-1) yitirerek kupayı da kaybediyorduk.
Bursapor “son” maçta gerçek bir bozgun yaşıyordu.
2003 yılıydı. Rakibimiz Bursa’da Gençlerbirliği idi. Yine mayıs ayı. Bursaspor’un maçı kazanması tek başına yeterli değildi. Altay ve Elazığspor’dan birinin de puan kaybetmesi gerekiyordu. İşte o gün de tam böyle bir durum gerçekleşmiş, Bursaspor Gençlerbirliği’ni (3-1) yenerken Altay’ın İstanbulspor’la berabere kalması Lige tutunmamızı sağlamıştı. Bursaspor bu kez bir “son” maçtan alnının akıyla ayrılıyordu.
Hemen bir yıl sonra 2004 yılının Mayıs ayında bir “son” maç daha oynuyorduk. Yer Sakarya, rakip Samsun. Yine bizim kazanmamız yeterli değil. Rakiplerin de puan kaybetmesi gerek. Herkesin de çok iyi anımsadığı gibi, o gün orada (1-0) galip gelmemiz yetmiyor ve ikinci ligin yolunu tutuyorduk. “Son” maçımızı kazanmamız da yetmemişti.
2009 yılının Mayıs ayında da bir “son” maç oynadık. Belediyespor önünde kazanmamıza rağmen amacımıza ulaşamadık. Bu kez hiç ama hiç üzülmedik. Bize bu güzel sezonu yaşatan yönetimimizi, onurlarının yanında sahaya kişiliklerini de koyan futbolcularımızın tümünü ve ille de Ertuğrul Sağlam’ı en içten dileklerimle kutluyor, hepsinin boyunlarına teker teker sarılıyorum.
Hepinize teşekkürler.
Tonguç AKKUŞ
Ankara, 2 Haziran 2009