Geçen haftaki yazımda Bursa'nın zor bir şehir olduğundan söz etmiştim.
Evet, Bursa zor şehir… Lakin bu zorlukta Bursa'nın bir günahı yok. Yaşayanlarında, yani Bursalı'da problem …
Oysa geçmişi, kültürel mirası ve doğal güzellikleri, bu kentte var olan insan profilinin çok daha çağdaş, sosyal ve kültürel anlamda derinliğe sahip olmasını gerektiriyor.
Bırakın derinliği, ortalık öyle sığ ki…
Ne olduysa 80'lerden sonra oldu bu kentin insanına…
Tarımla sanayi şehri arasında sıkışıp kalan halk, Türkiye'nin makûs talihinde belki de en çok darbe alan kesim olma durumuna düştü.
1999'da deprem oldu, ekonomik yönden en büyük sıkıntıyı Bursalı yaşadı.
Üst üste yaşanan krizlerde de kabak Bursa'ya patladı, bu kentten işsizler ordusunun silahsız, topsuz-tüfeksiz neferleri cephedeki yerini aldı(!)
Geçen gün NTV'de Celal Pir'in programına telefonla katılan BTSO Başkanı Celal Sönmez son küresel ekonomik krizin psikolojik boyutunu değerlendirirken, Bursa'nın ekonomide Türkiye'nin kalbi olduğunu anımsattı. Ve Bursa'nın ülke için öneminin altını çizdi.
Bursa bu ülke için çok önemli bir kent, evet ama sadece sanayi ve ekonomide mi?
Bu kentin yetiştirdiği sanatçıları, hatta sporcu ve spor adamlarını göz ardı etmek ne mümkün!
Defalarca yazdım, yazmaya da devam edeceğim. Bursa, Osmanlı'nın ilk başkenti… Anadolu'daki kültürel ve sanatsal hareketliliğin yaşandığı ilk merkez... Bursa, İpek Yolu'nun en önemli duraklarından biri…
Peki ya bugün durum ne?
"Bursa kalıbının kenti mi?" sorusuna kim apaçık yanıt verebilir?
Geçen haftaki yazımdan sonra Bursalı'nın düştüğü durumu özetleyen bir e-ileti aldım.
İletide Vedat Dinç'in başından geçen bir olayı anlatıyordu.
Dinç kentimizde yetişmiş çok değerli seramik sanatçılarından biri. Ekonomik yönden bir hayli gelişmiş Bademli'de oturan hemşerilerimizden birinden evinin girişine yapılamak üzere bir rölyef siparişi alıyor.
Dinç, hemen kolları sıvıyor ve (İstanbul piyasasının yaklaşık yarı fiyatına) el emeğini göz nuruna da katarak şahane bir iş çıkarıp siparişini teslim ediyor. Eserinin sol veya sağ alt köşesine de imzasının yer aldığı bir plaket iliştirmeyi de ihmal etmiyor.
Buraya kadar her şey normal… Ödemeler de aksatılmadan yapılıyor.
Alan memnun, yapan memnun…
Rölyefi yaptıran müşteri eserden öyle keyif alıyor ki… Bu keyfini paylaşmak, yaptırdığı şaheseri sevdiklerine tanıtmak için gecikmeden evinde bir kokteyl veriyor. Fakat ev sahibi, eserde ufak bir değişiklik yapmayı da ihmal etmiyor. Vedat Dinç'in iliştirdiği plaketi söküp, yerine İstanbullu X bir sanatçının imzasının yer aldığı başka bir plaket yapıştırarak, konuklarına rölyefi (bilmem kaç bin dolara) İstanbul'da yaptırdığını duyuruyor. Kokteyle katılanlar hayranlıkla eseri inceliyor, karşılıklı kadehler kalkıyor, yeniliyor, içiliyor farkında olmadan alet edildikleri şaibeli gece bitince de evlerinin yolunu tutuyor.
Bu ne ayıp, bu ne günah böyle!
Ancak günah asla işlendiği yerde kalmaz.
Çok geçmeden haber Vedat Dinç'e ulaşıyor.
Yolda rastladığı bir arkadaşı, müşterinin verdiği kokteyle katıldığını ve orada çok güzel bir seramikten rölyef gördüğünü söylüyor ve eseri Dinç'e de öneriyor. Vedat Dinç, biraz daha sorguladıktan sonra önerilen eserin kendisine ait olduğunu şaşkınlıkla öğreniyor.
Trajik, utanç verici bir davranış…
Seramik sanatçısı Vedat Dinç'in başına gelenlerden sonra ne yaptı bilmiyorum ama bu ne ilk, ne de son olacak. Sanatçımızın yaşadığı üzüntüyü tasavvur etmek zor olmasa gerek…
Bunu yapan zihniyet belki bu kentte doğdu ya da göç edip burada doymaya başladı ama kesin olan bir detay var; Bursa'da kazanan, Bursa'nın havasını, suyunu, emeğini, kültürünü tüketen bir kentli olduğu aşikâr…
Kültürel ihanet böyle bir şey olsa gerek.
Başka ne denebilir ki.
Kendi insanına saygı duymayan, emeğine değer vermeyen, bundan utanan birinden başka ne beklenebilir?
BİR ŞİİR:
Var mıdır, yok mudur?
bir yer var mıdır
gözlerle gönüllerin güldüğü;
var mıdır hüznün taçlanıp
sabrın sınandığı?
var mıdır,
varlarla yoklar arasında kalan
gerçek kadar inandırıcı bir yalan?
var mıdır, yoksa yok mudur gerçek?
gerçekten hüzün müdür,
sevgi fidanı olsun diye
tohum niyetine düş tarlasına döllenen...
düşük hayallerin doğmamış çocukları gibi
inleyen nağmelere ninni diye sarılan...
bir yer var mıdır, yok mudur?
hüznün sonbaharı gelmeden kış geçiyorsa,
baharı koklamadan cehenneme
düşüyorsa yarınlar...
yer midir orası?
ya burası?
orası yerse, burası neresi?
28.12.2008 11:53:43, Suat Oktay Şenocak
Bu yazı 3049
kez okunmuştur.
Sitedeki yazılardan yazarların kendisi sorumludur; site yönetimi
yazılardan sorumlu tutulamaz.
Bursaspor için internet üzerinde hazırlanmış ilk
internet sitesi "Bursaspor. net" Grup ÇEYNÇ Tarafından
Hazırlanmaktadır...
Sitenin alt yapısı ve yazılımı Profornet tarafından
sağlanmaktadır.